10 Haziran 2008 Salı

Çocuk Haklarının Kıyısında Yaşamak: Çalışan Çocuklar

Hasan Kemal Elban

Çocukluk modernitenin icat ettiği bir olgudur. Geçmişte insanlık, pek çoğumuzun sandığının aksine, “çocukluk” olarak adlandırdığımız özgül dönemi bilmezdi. Dolayısıyla çocuklardan, fiziksel yapıları elverir elvermez yetişkinler gibi üretime katılmaları beklenirdi. Bugün olduğu gibi “çocukluk”, kavram olarak, yetişkin dünyasının dışına sürgünlük anlamına da gelmiyordu. Modern toplum, “ulus” devlet formunda örgütleme ihtiyacının sonucudur ve ilk işlerinden biri olarak, okulu, egemen burjuva ideolojisinin kitlelere benimsetilmesinin bir aracı olarak yaygınlaştırmıştır. Daha önceleri soylu sınıfın ayrıcalıklı bireylerinin, ayrıcalıklı konumlarını sürdürmelerinin aracı olan az sayıdaki eğitim kurumu, yaygınlaştırılarak ulus devlet ideolojisinin taşıyıcısı, yaygın eğitim kurumlarına dönüştürüldüler. Böylece çocukların üretim sürecinden çekilmeleri, dışına itilmeleri mümkün oldu. Ama kapitalizmin vahşi çağı, yine de çocuk emeğinin sömürüsünün en acımasız biçimlerinin görüldüğü bir dönem olarak varlığını sürdürdü. Bu konuda, Dickens’ın, Hugo’nun ya da Zola’nın romanlarına kısa bir bakış, kabaca fikir verebilir.

Bununla birlikte reel sosyalizm ile kapitalist dünyanın büyük ölçüde yarışma halinde olduğu 20. yüzyılın dünyasında “çocukluk” fenomeni, onun üretim sürecinden sürgünlüğünü de toplumsal bilince kazımıştı. “Çocukluk”, büyük ölçüde kendisine belirli bazı hakların atfedildiği, korunması ve yetişkinliğe hazırlanması konusunda devletlere pozitif sorumlulukların yüklendiği, insan türünün yaşam döngüsünde özgül bir döneme işaret eder oldu. Bu, aynı zamanda çocuğun yetişkin dünyasına karşı özerkleşmesini, yetişkin dünyasından giderek bağımsızlaşan, kendi başına birey olarak kabul edildiği, ama aynı ölçüde yaşamın gerçekliğine ve doğaya yabancılaşmasını da beraberinde getiriyordu. Bu eğilim, son 20 yılda giderek artan bir şekilde öne çıktı. Söz konusu eğilimin taçlanışını, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bütün dünyada geçerli bir uluslararası hukuk belgesi haline gelmesi olarak imleyebiliriz. Ama öyle görünüyor ki, paradoksal olarak “çocuk hakları” savunucuları, bugün, Sözleşme’nin bütününe egemen olan iyimser ruh halini hızla yitiriyor.

“Küreselleşmenin laneti” ya da bir kabusun “küreselleşmesi”

Günümüzün post modern dünyası ise bunun tam tersi bir fenomenin etkisi altında. Liberal hak ve özgürlük anlayışının zırhını parlatan yaldızın artık kaçınılamaz bir biçimde çatlayıp yer yer döküldüğüne ve altından pis kokuların çıktığına tanık oluyoruz. Köleliğin yeniden hortlamaya başladığı, insan emeği sömürüsünün en acımasız biçimlerinin yeniden kendine yer bulmaya başladığı bir dünya bu. Dünyada, “küreselleşme” adı altında dayatılan ve bütünüyle Avrupa-Atlantik ötesi “Kuzey”in çıkarlarına hizmet eden politikalar, milyarlarla ifade edilen insanın yaşamlarının karartılması pahasına sürdürülüyor bugün. Ve her zaman olduğu gibi ortaya çıkan toplumsal kötülüğün ilk mağdurları, mağlupları, kadınlar ve çocuklar oluyor.

Liberya’da, Sierra Leone’de çocuklar birbiriyle çatışan grupların emrinde silah altına alınıp yaygın olarak kullanıyor, Kongo’da yaygın olarak çocuklar kaçırılıp, organ ya da köle tacirlerine satılıyorlar ya da çalışma kamplarında tutulup köle olarak yol vb. inşaatların yapımında çalıştırılıyorlar. Hindistan’da, Uzakdoğu’da çocuk emeğinin ölçüsüzce sömürüldüğü imalathaneler var. Ve bu imalathanelerin çoğu uluslararası markalara fason üretim yapıyorlar. Rusya, Ukrayna, Moldova, Arnavutluk gibi ülkelerde çocuklar, yetkililerin de göz yummasıyla, cinsel sömürü ve köleliğinin pençesine kolayca düşebiliyorlar. Bu ticaretin milyarlarca dolarlık yıllık getirisinin olduğu söyleniyor. Orta Amerika’da ev işlerinde çocuklar, neredeyse kölelik koşullarında çalıştırılıyorlar. ABD’de ise sadece 800 binin üzerinde çocuk tarım işçisi bulunduğu tahmin ediliyor. Bunların çoğu 12 saatlik mesai altında son derece ağır koşullarda, çok düşük ücretler karşılığı çalıştırılıyorlar. Kısacası dünya, üzerinde yaşayan çocukların ezici çoğunluğu için eskisinden çok daha zor ve ölümcül bir yer. Ne yazık ki pek çocuk bu kabustan hiç uyanamayacak.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 1990’da yaptığı tahminlere göre, dünya üzerinde en az 100 milyon çocuğun emeği sömürülüyordu. Bu sayının aradan geçen yaklaşık on beş yılda en azından ikiye katlandığını rahatça söyleyebiliriz. Çocuk emeğine kapitalin talebi her zaman büyük oldu. Çünkü çocuk emeği ucuzdur. Çünkü çocuklar doğal olarak uysaldır, yetişkinlerden daha kolay disiplin altına alınabilirler ve şikayet etmesinler diye daha kolay korkutulabilirler. Küçük bedenleri ve becerikli parmakları, hiçbir etik ve insani değere prim vermeyen işverenleri tarafından belirli tür işler için bir ekonomik değer olarak görülüyorlar. Serbest piyasa mantığı, esnek emek piyasası, devlet bütçelerinde ilk gözden çıkarılan sosyal yardım ve desteğe ayrılan kamu fonları, işverenin ekmeğine yağ sürüyor. Ana-babaları evde işsiz otururken, çocuklara kolayca iş bulunması dünya ölçeğinde sık rastlanan bir durum. İLO’nun Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi’nin kabul tarihinin 1999’un ortalarını bulmasına bakılırsa, sermayenin çocuk emeğine olan ihtiyacının yarattığı baskının büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.

Türkiye’de Çocuk Emeği Sömürüsü

Türkiye’de de durum pek parlak görünmüyor. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar, durumda kısmi bir iyileşme sağlandığını da gösteriyor. Devlet İstatistik Enstitüsüne göre, iş piyasasında çalışan 12-17 yaş arasındaki çocukların sayısı, 2001 yılında bir buçuk milyonu bulmaktaydı. Bu sayı 2003 rakamlarına göre 948.000’e düşmüştür. Çocuk işçiliği, daha çok küçük ölçekli işletmelerde ve tarım kesiminde yoğunlaşmaktadır. Hacettepe Üniversitesi tarafından 2001 yılında yapılan bir araştırmaya göre, çalışan çocukların yüzde 79.4’ü kırsal kesimde yaşamaktadır ve bu çocukların yüzde 92.6’sı tarım sektöründe çalışmaktadır.

Ülkemizde çalışan çocukların ezici çoğunluğu aile ekonomisi için vazgeçilmez öneme sahip. Kız çocukları daha az iş piyasasında görülmekle birlikte, kırsal kesimde el sanatları işlerinde çalıştırıldıkları için okula gönderilmiyorlar. Çalışmaya gönderilmeyenler ise geleneksel yapı içinde yetişkin olduklarında nitelikli iş piyasasında kendilerine yer bulabilmek için gerekli bilgi ve beceriye asla sahip olamayacaklar. Çünkü okula gönderilmeyecekler. Geleneksel örüntü içinde kendilerinden tanımadıkları kişilerle evlenmeleri ve çocuk yapmaları beklenecek. Ve kimse onlara bu dünyada nasıl yaşamak istediğini sormayacak.

Hükümet, sendikalar ve İLO bir süredir çocuk işçiliğinin boyutlarını saptamak ve engellemek için birlikte projeler yürütüyor. Bununla birlikte çalışan çocukların bir çoğu çalışma yasalarının yetersizliği nedeniyle kayıt dışı ekonomi ve tarım sektöründe istihdam edildiklerinden denetlenememektedir.

Kentlerde çalışan çocukların Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Çıraklık Eğitim Merkezlerine haftada bir gün bulunmak üzere kayıt ettirilmeleri yasal yükümlülüktür. Bununla birlikte çalışan çocukların yalnızca yüzde 22.8’i bu merkezlere kayıt ettirilmiş durumda. Sokakta çalışan çocukların sayısı hakkında ise güvenilir bir istatistiğe sahip değiliz.

Yasal durum, yeterli denetim mekanizmalarının bulunmaması nedeniyle etkili bir koruma sağlamaktan uzak görünüyor. Bununla birlikte 13-14 yaşları arasındaki çocuklar mevzuata göre, ancak hafif ve yarı zamanlı işlerde çalıştırılabilirler. İş kanununa göre, çocuklar madenlerde çalışamazlar, ayrıca çocuklar gece de çalıştırılamazlar. Yine İş Kanununa göre, okula giden çocuklar okul zamanı dahil, günde 7,5 saatten fazla çalıştırılamazlar. Çalışma Bakanlığı’nın orta ve büyük ölçekli sanayi ve hizmet sektörü işyerlerinde bu mevzuatı etkili olarak uyguladığını biliyoruz. Ancak bu tablo, tarım işletmeleri ve küçük ölçekli işletmelere geldiğinde tam bir utanç tablosuna dönüşmektedir. Sinop’un köylerinden getirilip Bafra’nın pazaryerinde bölgedeki işletmelere sezonluk satılan çocuklar hala belleklerimizde taptaze duruyor. Ülkemizde basına yansımayan, benzer durumda kölelik benzeri uygulamalara tabi çocukların olduğuna emin olabiliriz. Özellikle daha büyük firmalara fason iş yapan çoğu kayıt dışı, pek çok küçük tekstil işletmesinin bulunduğu Merter piyasasının bu gözle incelenmesi, durum hakkında gerçekçi bir fikre sahip olmamızı sağlayabilirdi.

Bu ay yine 23 Nisan Çocuk Bayramı olarak kutlanacak. Yine Uluslararası Çocuk Şenliği yapılacak, dünyada çocuklara resmi bayram yapan tek ülke olmakla öğüneceğiz. Yine mecliste milletvekillerinin koltuklarına, Başbakanlıkta bakanlar kurulunun koltuklarına çocuklarımızı oturtacağız. Ama pek azımız, bu görüntüleri izlerken ülkenin her yerinde bir milyon küçük bedenin geleceğini, onları insafsızca sömürenlerin insafına terk etmiş bir toplumun üyesi olduğumuz gerçeğiyle yüzleşme cesareti bulacak. Dünyadaki çocuklar mı? Siz ne dersiniz, onlar zaten bizim değil, değil mi?

Hiç yorum yok:

Hukukçunun Güncesi

Blogumda, daha önce çeşitli dergilerde yayınlanmış insan haklarına ilişkin makalelelerim bulunuyor.

İlgilenen okuyucuların yararlanması umuduyla...