27 Temmuz 2008 Pazar

Bir Amerikan Kabusu:[*] ya da Birleşik Devletler'de Cezaevleri Gerçeği

Bir Amerikan Kabusu:[*]
ya da
Birleşik Devletler’de Cezaevleri Gerçeği
“Ama artık hapishanelerin ‘ıslah’ yerleri olarak görüldüğü dönemler bile çok gerilerde kaldı. Güvenlik sistemlerine dayalı toplumlar ‘tehlikeli’ yi, ‘anormal’ i, ‘kötü’ yü, ‘rahatsız edenleri’ ve fiziksel olarak ortadan kaldıramadıklarını açıkça kapatıyorlar (...) Toplum açısından hapishane, ideal ölüm yeridir; çünkü öldürme yoluyla erişilemeyecek sayıda kişiyi kitle halinde ortadan kaldırma imkanı vermekte, ‘duygu tasarrufu’ sağlamaktadır.”

Işık Ergüden
Örnek Bir Şiddet Mekanı: Hapishane
Cogito, Şiddet, Kış- Bahar 1996, YKY,Sayı: 6-7, s.116

Birleşik Devletler’ de yaşayanlar yirmi yıldır ülkelerinin büyük bir suç dalgası ile karşı karşıya olduğuna inanarak yaşadılar. Yapılan araştırmalar bize bu inancın bütünüyle doğru olmadığını gösteriyor . Geçtiğimiz yirmi yılda genel suç oranlarında bir düşüş olduğunu Federal Adalet İstatistikleri Bürosu’ nun raporlarından biliyoruz.[1] ABD kamuoyunun yanıldığı bir başka konu ise ABD’ nin diğer ülkelerden daha fazla suç işlenen bir ülke olduğudur. Hollanda Adalet Bakanlığı tarafından 1992’ de yürütülen bir uluslararası araştırmaya göre, ABD başka ülkelerden daha fazla suç işlenen bir ülke olarak saptanamamıştır. Tam aksine Avustralya ve Yeni Zelanda’ daki hırsızlık oranları; İspanya’ daki gasp ya da Kanada, İspanya, Avustralya ve Yeni Zelanda’ daki yankesicilik yoluyla hırsızlık oranları, ABD’ nin aynı kategorideki suç oranlarının üzerindedir.[2] Yine Birleşik Krallık’ ta İçişleri Bakanlığı’ nın yaptırdığı karşılaştırmalı bir araştırmaya göre 1987- 1993 yılları arasında İngiltere ve Galler’ de suç oranları, ABD’ dekinden %5 daha yüksek bir artış seyri göstermiştir.[3] Dolayısıyla ABD kamuoyunun suç ve suçluluk konusunda bir algılama bozukluğundan muzdarip olduğu söylenebilir.
ABD toplumunun yaşanılan gerçekliği yanlış algılaması suç karşısında daha cezalandırıcı bir toplum olma konusunda anlaşmış bir kamuoyu ve hızla kalabalıklaşan cezaevlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Dolayısıyla ABD toplumunun suç ve suçluluk sorunu karşısındaki tepkisinin akıldışı olduğunu ilk bakışta söyleyebiliriz. Akıldışıdır çünkü, suç ve ceza politikalarının kalkış noktası yanlışlığı bilimsel araştırmalara dayanan gerçekler yerine batıl inançlara dayanmaktadır. Hapsetmek ABD vergi mükelleflerinin o çok önemsedikleri mali nedenlerden dolayı da akıldışıdır; çünkü hapsetmek kişiyi dışarıda tutmaktan daha pahalıdır. Bir mahkum için yıllık harcamanın yaklaşık 22.000 dolar olduğu hesaplanmaktadır. ABD cezaevi nüfusunun 2000 yılı başındaki verilere göre 2 milyonu aştığı düşünülürse bu konuda yapılan harcamanın 35 milyar doları geçtiği görülür.
Baskı altında bir sistemden baskıcı bir sisteme
İşte bu noktada ABD suç politikasının gerçek sorunları ortaya çıkmaya başlar: çünkü akıldışılık yalnız genel suç ve ceza politikasının oluşturulmasında belirmez. Aynı zamanda bu paranoyayı büyük ölçüde koşullayan cinayet olaylarının sıradan ve rasgele oluşu da toplumun suç ve suçluluk sorununa akıldışı tepkiler üretmesini körüklemektedir. ABD yalnızca cinayet oranları bakımından diğer ülkelerin önünde yer almaktadır. ABD yılda ortalama 24.000 cinayet in işlendiği bir ülkedir. Muhtemelen Los Angeles’ da yaşayan bir kimse Sydney’ dekinden 20 kat, İstanbul’dakinden ise 30 kat daha fazla öldürülme riski altında yaşamaktadır.
Bu durum, Amerikalıların genel bir suçluluk sorunundan çok özel bir suç tipi ile bağlantılı sorunları olduğunu düşündürmektedir. ABD’ de uyuşturucu ile bağlantılı olarak silah kulallanımı şiddet suçlarının oransal büyüklüğünü açıklamakta sürekli kullanılan sebeplerin başında gelmektedir. Aslında cinayetlerin çoğunun ateşli silahlarla işlendiği düşünüldüğünde sorunun çözümü de bir o kadar basitleşmektedir: ateşli silahlara sahip olabileceklerin sınırlandırılması, silah satın alınması ve bulundurulmasının sıkı kurallara bağlanması. Bugün ABD içinde 200 milyondan fazla ateşli silahın dolaştığı bilinmektedir.[4] Yine 1997 yılı verilerine göre ABD’ nin toplam ateşli silah üretimi üç buçuk milyonun üzerindedir ve bu üretimin ancak iki yüz bini dış pazarlara sunulmuştur.[5] Kişilerin ateşli silah edinmesini denetim altına alan ve sınırlayan hukuki düzenlemeler yok denecek kadar azdır. Buna karşın ABD Hükümeti’ nin silah bulundurmasını ve taşımasını sınırlandıracak bir hukuki düzenleme üzerinde çalıştığı biliniyor.[6] Ancak Ulusal Tüfek Derneği ve silah üreticileri lobisinin Kongre ve ABD kamuoyu üzerindeki etkisi güçlüdür ve son zamanlardaki okul ve işyeri katliamlarıyla Amerikan kamuoyunun ateşli silahlara olan inancı sarsılmakla birlikte bu durum değişmiş değildir. Ancak 2000 Kasım’ ında yapılacak başkanlık seçimlerinin kilit konularından birini şimdiden ateşli silahlara ilişkin sınırlama sorununun oluşturacağını söyleyebiliriz.[7]
ABD halkının suç karşısında depreşen paranoyası federal hükümet ve eyaletlerde daha ağır ve katı yasaların çıkarılmasına yol açmakta gecikmemiştir. Bu konudaki eğilim önce “zorunlu mahkumiyet” yasalarının eyaletler ve federal parlamentodan geçmesi ile belirginleşmiştir. “Zorunlu mahkumiyet” e dair yasalar, belirli suçlar için herhangi bir hafifletici sebepten, ceza indiriminden, şartlı tahliye ya da denetimli serbestlik gibi infaz süreci olanaklarından yararlandırılmaksızın mahkemelerin sanığı çarptıracağı asgari cezayı belirlemektedir. Örneğin Michigan Eyaleti’ nde 650 gram kokainle yakalanan birine zorunlu olarak verilecek ceza müebbet hapistir. Aynı şekilde beş gramdan fazla krakla (ucuz olduğu için siyahların daha çok kullandıkları bir tür sentetik uyuşturucu) yakalanan biri en az beş yıla mahkum edilecektir. Bu yasanın ardından Başkan Clinton tarafından desteklenen ve 20 küsur eyalette yürürlüğe giren “üç cürüm yasası” ortaya çıkmıştır. Üçüncü cürümünü işleyen birinin zorunlu olarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasını öngören bu yasadaki cürümün ciddiliği ve bu yüzden yasanın fail üzerindeki etkisi eyaletten eyalete farklılık göstermektedir. En popüler vaka üçüncü cürüm olarak pizza çalan bir adamın aldığı müebbet hapis mahkumiyetidir. Bu vaka size uç örnek olarak görünebilir, ama örneklerin bununla sınırlı olmadığına ilişkin elde yeterince veri bulunmaktadır.[8]
Sosyal devlet öldü, yaşasın hapishane devleti
Suç ve cezalandırma politikalarındaki bütün bu gelişmeler 1970’ lerin sonlarında ABD’ nin 200.000 olan hapishane nüfusunun 1996’ da 5.4 milyon insanın infaz sisteminin bir yerlerinde (hapishane, denetimli serbestlik, şartlı tahliye) olmasının altında yatan olguları açıklamakta yine de yetersiz kalmaktadır.[9] Son veriler ABD Cezaevlerindeki hükümlü ve tutuklu sayısının iki milyonu aştığını ortaya kaymaktadır. ABD nüfusunun dünya nüfusunun %5’ ine karşılık geldiğini, buna karşın dünyada cezaevlerinde bulunanların toplam nüfusun %25’ ini ABD’ dekilerin oluşturduğunu söylersek bu iki milyonun anlamı daha iyi anlaşılabilecektir.[10] Cezaevlerinin günümüz ABD toplumunda üstlendiği yeni işlevin ceza adaleti sistemi dışında bir anlamı olduğu, sorunun başka boyutları deşilmeye başlandığında ortaya çıkmaktadır.
“Duygu tasarrufu”
Hapishane 19. yüzyılın ortalarında ABD’ de kurumsallaştığında temel olarak toplum-dışı ve başkalarının bakımına bağımlı nüfus gruplarının denetim altına alınması amaçlanmıştı. Hapishanelerin konuklarının çoğunluğu “yeni dünyaya” henüz yerleşmiş göçmen işçiler ve yoksullardı. Bugünlerdeyse ABD cezaevi sistemi, gereksizleşen ya da hem yeni istihdam ilişkilerinin oluşturulması hem de refahın yeniden dağıtılması sürecine uyum sağlayamayan işçi sınıfının ve geleneksel olarak bu sınıfın en yoksullarını temsil eden Afro-Amerikalılar ve Latin kökenliler için benzeri bir işlevi üstlenmiş görünmektedir.
1980’ lerle birlikte neo-liberal politikaların bir yandan özelleştirmeyi, diğer yandan işten çıkarmaları özendirmesi; üretimin yeniden yapılandırılması sürecinde gereksizleşen ve istihdam dışına itilen geniş toplum kesimleri yarattı. Federal hükümet ve eyalet yönetimleri üretimden dışlanan kesimlerin gelişen yeni sürece uyum sağlanması için sosyal servislere, eğitime ayrılan payı artırmak yerine “esnek çalışma” ilkesi adı altında iş ve çalışma güvencesini ortadan kaldıran politikalara ağırlık verdiler. Doğal olarak zaten yoksul olan kesimlerin yanına yeni yoksulların eklenmesi ve beraberinde denetim altında tutulması gereken geniş bir yoksullar kitlesi ortaya çıkması için fazla zaman geçmesi gerekmedi.
Sosyal devletten vazgeçilmesinin faturasını yine yoksullar ödediler. Eğitim, sosyal güvenlik ve sosyal destek hizmeti sağlayan servislerin bütçeleri alabildiğine kısılırken cezaevleri söz konusu olduğunda kesenin ağzı cömertçe açıldı. 1981 ile 1991 yılları arasındaki on yıllık dönemde federal bütçeden eğitime ayrılan pay %25 azalırken federal hükümetin ceza adaletine ayırdığı pay %29 artırmıştır.[11] Birleşik Devletler 1993 rakamlarına göre yargısal sisteme harcadığının %50 fazlasını cezaevi yapımı ve işletilmesine harcadığına göre %29’ luk artışın nereye harcandığı da ortaya çıkmaktadır.[12]
Cezaevi yapımı ve işletmesi “Cezaevi işi” adı verilen dev bir istihdam sektörünü doğurmuştur. Yalnızca Demokrat Clinton yönetimi sırasında 1998’ e kadar 213 yeni hapishane yapılmış, ironik bir biçimde hükümet her alanda istihdamı kısarken federal ve eyalet hapishanelerinde çalışan personel sayısı 264 binden 347 bine yükselmiştir. Yeni bildirildiğine göre “Cezaevi Endüstri”sinde 523.000’ den fazla kişi istihdam edilmektedir ve istihdam yaratan sektör olarak ülkenin en büyük işvereni olan General Motors’ tan sonra ikinci sırayı almaktadır. Bu yılın başında çıkan akademik bir raporda özel cezaevlerinin ABD Ceza Adaleti Sistemi içindeki büyümesine dikkat çekilmektedir. Bu rapora göre, 27 eyalette 100’ den fazla özel cezaevinde 100 bin’ den fazla hükümlü bulunmaktadır.[13] Bütçe kısıtlılıkları ve devlet müdahalesinin azaltılmasına ilişkin siyasal felsefe cezaevlerini serbest pazara açmıştır.
ABD’ deki ırkçılığın yeni görünümleri
Durumun vahametini kavrayabilmek için birlikte son bir göstergeye daha bakacağız: Hapishane nüfusunun renk analizi. Bu konuda yapılan pek çok araştırma Birleşik Devletler’ deki cezaevi sisteminin “renk körü” olmadığını bize göstermektedir. Keyfi gözaltılara siyahların daha fazla maruz kaldıkları biliniyor. Bu konuda ilginç bir örnek Chicago’ da 1992 yılında yürürlüğe giren “serserilikle mücadele yasası”dır. Yasa, çete olduklarından kuşkulanılan iki ya da daha fazla işsiz güçsüz kişinin biraraya gelmesi halinde, polise bu kişileri dağıtma yetkisi vermektedir. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği (ASÖB) İllinois şubesi bu yasa hükümleri gereğince gözaltına alınan 41.000 gencin çoğunluğu Afro-Amerikan ve Latin kökenden geldiğini bildirmiştir.[14] Bu yasa daha sonra Ekim 1997 yılında İllinois Yüksek Mahkemesi tarafından örgütlenme ve seyahat özgürlüğünü de içeren anayasal güvenceleri ihlal ettiği gerekçesi ile iptal edildi.[15]
Michigan Eyaleti’ ndeki bir çalışma ise beyaz gençlerin suç mahallinde durdurulan ya da gözaltına alınan siyahlardan daha fazla serbest bırakıldıklarını, siyahların ise daha fazla mahkemeye çıkarıldıklarını bulguladı. Güvenlik güçlerine gençleri neden durdurdukları sorulduğunda bir memur “şüpheli” görünenleri soruşturduklarını belirtmiştir. Bir başka memurunsa şüpheliyi “bir beyazın çevresinde dolaşan siyah çocuk” olarak tanımladığı belirtilmektedir.[16] Örneğin New York polisinin eğitimi için hazırlanan pek çok materyalde bu ırkçı ön yargıları besleyecek tarzda bölümler bulunduğu bildirilmektedir.
Bu önyargıların yıkıcı etkileri karşılaştırmalı bir bakışla daha iyi anlaşılabilir. Washington’ da bulunan bir Ceza Reformu Grubuna göre 20-29 yaşındaki siyah erkeklerin üçte biri denetimli serbestlik, şartlı tahliye altında ya da hapishanede bulunmaktadır.[17] Büyük kentlerde bu oran iki de bire ve varoşların yoğun olduğu yerlerde beşte dörde çıkmaktadır. Öyle ki bu durum dolayısıyla ABD ceza adaleti sisteminin işleyişi Vietnam Savaşı’nda kullanılan “ara ve yok et” deyimi ile tanımlanmaktadır.[18] Hapishane nüfusunun %60’ dan fazlasını siyahların oluşturması, yetişkin her beş siyahtan birinin hapishane sistemi ile tanıştığını gösteriyor. Siyah Amerikalıların ABD nüfusunun %12’ sini oluşturduğu gerçeği göz önüne alındığında oran olarak Afro-Amerikalıların ve Latin kökenlilerin cezaevlerinde ezici bir çoğunluğa sahip bulundukları anlaşılmaktadır.[19] Azınlık gruplarından hapsedilenlerin oranı düzenli olarak artmasıyla bu oran gittikçe büyümektedir. Bütün yaşamı boyunca bir siyah erkeğin hapishanede bir yılını geçirme olasılığı üçte bir, bir latin için bu oran altıda bir ve bir beyaz için bu oran 23’ de birdir.[20] Bunun bir nedeni de siyah Amerikalılar üzerindeki uyuşturucu suçları ile ilgili mahkumiyet politikalarının aşırı etkisidir. Kokain genellikle beyazların kullandığı uyuşturucu türü olarak bilinmektedir. Siyahların ise diğerinden çok daha ucuz olduğu için krak kullandıkları bilinmektedir. Federal Cezalara göre beş gram krakla yakalanmanın cezası beş yıl hapistir. Aynı cezayı kokain kullanıcısının alması için yarım kilo kokain bulundurması gerekmektedir. Görüldüğü gibi uyuşturucu suçlarının hedefi açıkça siyahlardır.
Herhangi bir biçimde cezaevi ile tanışmış bir kişinin düzenli bir işe girebilmesi neredeyse imkansızdır. Her beş Afro- Amerikalıdan birinin infaz sistemi ile ilişkisi bulunduğuna göre işsizliğin özellikle Afro- Amerikalılar için ne demek olduğu daha iyi anlaşılabilir. Bu durumda siyahların kronik işsizlik sorunu altında olduğu görülmektedir. İşverenler çoğunlukla iş arayan eski mahkumları elemek için adli sicil ile ilgili veri bankalarını kullanmaktadır. illinois Eyalet Hükümeti bütün adli sicil bilgilerini internete açmıştır. Bu bilgilerin herkese açık olması, sadece suçluları değil aynı zamanda onların ailelerini, arkadaşlarını, komşularını ve yakın çevrelerini de polisin ve hapishane sisteminin hedefi haline getirmektedir. Bu duruma kriminologlarca Yeni Amerikan Apartheid’ i adı verilmeye başlanmıştır.[21]
ABD cezaevlerinin insan hakları karnesi kırık
ABD’ deki cezaevleri nüfusundaki hızlı ve geometrik büyüme inanılmaz boyuttaki insan hakları sorunlarını da gündeme getirmektedir. ABD cezaevi sisteminin bugün ulaştığı durumda ağır insan hakları ihlallerine yol açtığı, hatta, buna desteğin belli ölçüde yargıdan geldiği söylenebilir. ABD mahkemeleri, kadın hapishanelerinde erkek gardiyan çalıştırılmasından vazgeçilmesini, Federal Anayasa’ nın ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturacağı gerekçesiyle uygun olmayacağına karar verebilmiştir. Buna karşın 1997 yılında Adalet Bakanlığı kadın mahkumları, giyinirlerken, duş alırlarken ya da tuvaletleri kullanırken erkek gardiyanlarca izlenmeleri de dahil olmak üzere cinsel istismarlara ve saldırılara karşı korumadığı gerekçesiyle Michigan ve Arizona Eyaletlerini mahkemeye vermiştir. Kasım 1997’ de Pennsylvania’ da bulunan bir “Maksimum Güvenlik”[22] hapishanesi olan SCI Greene’ yi ziyaret eden Af Örgütü’ nden bir delegeye mahkumlar, gardiyanlar tarafından dövüldüklerini ve ırkçı tacize maruz bırakıldıklarını anlatmışlardır. Mayıs 1998’ de aynı cezaevinde yapılan bir soruşturma sonucu çok sayıda gardiyan işten atılmış ve 20 kadarı disiplin cezasına çarptırılmışlardır.[23]
Amerika Birleşik Devletleri, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’ ni ve ilgili bir dizi uluslararası sözleşmeyi onaylamasına karşın, Birleşik Devletler’ deki hukuk sistemi özellikle “kısıtlama araçlarının” kullanılış biçimi, kadın mahkumların denetimi, çocukların yetişkin mahkumlardan ayrılması gibi bir çok alanda uluslararası standartlardan daha aşağı düzeyde koruma sağlamaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, 1995 yılında ABD’ de kısaca Supermax olarak adlandırılan “Maksimum Güvenlik” hapishanelerinin uluslararası standartlara aykırı olduğunu açıklamıştır.[24] Ama insan hakları sorunları yalnızca “supermax” cezaevlerinde yaşanmamaktadır. Bir çok yerel cezaevinde pis, güvenliksiz, havalandırma ve fiziksel aktivitelerin yapılmasına uygun olmayan ortamlar bulunmaktadır.[25] Cezaevi personeli genellikle eğitimsizdir. Nedense bütçelerde personelin eğitimi için çok az para bulunmaktadır. Mahpusun kendisinin ve çevresinin güvenliği için ancak zorunluysa kullanılması gereken kelepçe, pranga ya da deli gömleği gibi “kısıtlama araçları” nın sırf cezalandırma amacıyla kullanıldığı durumlara yaygın olarak rastlanmaktadır.[26] Ayrıca çok sayıda kadın mahkumun insan onuruna aykırı şekilde doğum sırasında ayaklarından kelepçelendikleri rapor edilmiştir.[27] İnsan Hakları konusunda dünyaya akıl öğreten bir ülkenin cezaevlerinde yaşananlar ironik olmakla birlikte, dünya kamuoyunun bu ülkede yaşanan insan hakları ihlallerine karşı bilgisizliği ve duyarsızlığı utanç vericidir.
Sonuç
ABD deneyimi bugün bize sosyal devleti ve hapishane düzenini katı çizgilerle birbirinden ayırmanın aslında cezaevlerini anlamamak anlamına geldiğini göstermiştir. Gelişimine neo-liberal politikaların eşlik ettiği her yerde, yoksulluğun kriminalizasyonu ve güvenceli istihdamdan geriye ne kalmışsa ondan kendilerini dışlanmış bulanlar, ortaya çıkan yeni devletin bizi daha baskıcı ve paternalist bir çağa sürüklemekte olduğunu yaşayarak görebilirler.
Bugün “özgür batı” nın hapishaneleri doludur. ABD’ dekiler hepsinden daha doludur. Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca, yasa ve düzeni sağlamayı takıntı derecesinde kendisine iş edinmiş bir toplumun cezalarını nasıl katılaştırdığını ve insanlık dışı hale getirdiğini gözlemlemekteyiz. Katılaşmadan en kötü şekilde etkilenenler Amerikan rüyasından dışlananlar oldular. Bu “yeni dünya düzeni” liderinin ülkesinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca sosyal devlet bilinçli olarak ihmal edilmiştir. İş sosyal refaha geldiğinde sürekli olarak kemerler sıkılmış; ama sıra eğitmek, iş güvencesi sağlamaya değmez olanları hapsetmeye geldiğinde tam aksi yapılmıştır. Bunun doğal sonucu yoksulluğun ve suçluluğun belli toplumsal katmanlarda yoğunlaşması olmuştur. Toplumun aşağı katmanlarının kurtulması gittikçe zorlaşan bir suçlu yakalama ağı ile çevrelenmesi, yoksulluğun kriminalizasyonu ve hepsinden önemlisi refah devletinden polis devletine hızlı bir geçiş, ABD’ de geçirdiğimiz yirmi yıla damgasını vuran gelişmelerdir. Yirmi birinci yüzyıla yeni girdiğimiz şu günlerde teknolojik açılımların insanlığın önüne serdiği olanaklar, ABD toplumunun kenarında yaşayanlara ulaşmış görünmüyor. Toplumun kıyısındaki unsurları kriminalize etmeyi haklı çıkarmaya çalışanlar “gerçekçilik” e, “suçla ve terörle mücadele” gerekliliği gerekçesine başvuruyorlardı. Ürkütücü bir biçimde bu yönelim şimdi dünyanın başka yerlerinde(!) de hızla benimsenmektedir. Türkiye’ nin yeni bir cezaevi sistemine yönelirken ABD cezaevi sistemine öykünmesi- üstelik de ABD’ nin içinden ve dışından ceza ve infaz sistemleri yoğun eleştirilere hedef olurken- pek çok açıdan sorunu yalnızca daha da içinden çıkılmaz bir duruma sokacaktır.
Gümüşsuyu, Mart 2000
Av. Hasan Kemal ELBAN



[*] Bu yazı Aylık Sosyalist Kültür Dergisi Birikim’in 136. sayısı olarak Ağustos 2000 tarihinde yayınlanmıştır, s.49 vd.
[1] Bu ve bundan sonraki veriler başka bir kaynak gösterilmediği sürece Federal Adalet İstatistikleri Bürosu’ nun bildirdiği veriler olacaktır.
[2] Bkz. The Economist; Crime in America, 8 Haziran 1996, Cilt 339 No. 7969, sf. 23.
[3] Jack Straw, “Penal Sistem in Crisis”, Law Reform for All, Blackstone Press Ltd., London-1996, p. 33
[4] Uluslararası Af Örgütü, “United States of America: Rights for All” , Amnesty International Publications Northamptonshire 1998, s.7
[5] Bkz.Mark Hosenball, Brad Stone, Tara Weingarten, Ana Figueroa tarafından Newsweek Dergisi için hazırlanan Özel Rapor: “In the Line of Fire”; 23 Ağustos 1999 tarih, Cilt: CXXXIV, No. 8, sayfa .8 vd.
[6] Bkz. Gülriz Ergöz, “Panorama: Silahların Seçimi”, Radikal Gazetesi, 20 Mart 2000, yıl:4, sayı:1255, s.10
[7] Bkz Matt Bai’ nin “The Feds Fire a Round, Washington’ s new tactic: targets gunmakers with litigation” başlıklı yazısı, Newsweek, 20 Aralık 1999 tarih, Cilt: CXXXIV, No. 25, sayfa. 28. Ayrıca Newsweek için 12-13 Ağustos tarihlerinde yapılan bir ankete göre ABD halkının %74’ ünün daha sıkı bir silah kontrolü istediğini açıklayan haber için bkz. Howard Fineman, “The Gun War Comes Home”, Newsweek, 8 Ağustos 1999, Cilt. CXXXIV, No.8, s.15
[8] The Economist, a.g.y.
[9] E. Currie, “Crime and Punishment in America” , Metropolitan Books, New York 1998
[10] The Guardian Weekly, “US jails two millionth inmate”, Duncan Campbell, 17/23 Şubat 2000, Cilt. 162/No.8, s.1
[11] Jack Straw, agy, s. 41
[12] Steve Gold, “Trends in State Spending”, Center for the Study of the States, Rockefeller Institute of Government, New York, 1991, s. 33; ayrıca karşılaştırmalı rakamlar için bkz. The Economist; agy, s. 26-27
[13] Bkz. The Guardian Weekly, agy, s.1
[14] ASÖB’ nin 17 Ekim 1997 tarihli basın açıklamasından aktaran Uluslararası Af Örgütü, agy., s.40
[15] Chicago v. Jesús Morales .
[16] Uluslararası Af Örgütü, agy, s.40
[17] The Economist, agy, s.24 vd.
[18] Jerome Miller, Ara ve Yoket: Ceza Adaleti Sisteminde Afro Amerikalı Erkekler, Cambridge University Press, Cambridge, 1997
[19] Uluslararası Af Örgütü, agy, s.56
[20] Loïc Wacquant, Refah Devletinden Hapishane Devletine: Amerikan Yoksullarını Hapsetmek, Le Monde Diplomatique (İnglizce Baskı), 8 Eylül 1998
[21] Noam Chomsky, “The United States and the challenge of relativity”, Human Rights Fifty Years On A reappraisal, Edited by Tony Evans, Manchester Universty Press, Manchester 1998, s.49
[22] ABD’ de özellikle ölüm cezası mahkumları ve tehlikeli sayılan mahkumların kapatıldığı özel tip cezaevleri kısaca “Supermaks” olarak adlandırılmaktadır. Bu tür cezaevlerinde kalan mahkum sayısı 1997 yılında 13.000 iken sayı her yıl artış göstermektedir. Burada mahkum küçük bir hücrede tek başına penceresiz ve havalandırmaya çıkmaksızın 20-24 saat kalabilmekte, her hareketi bir video kamera tarafından izlenmektedir . Bu tür hapishanelerin kendiliğinden işkence ve kötü muamele ve ceza anlamına gelmeyeceğine karar veren ABD mahkemelerinin aksine BM İşkence Özel Raportörü bu tür hapishanelerin işkence, insanlıkdışı, aşağılayıcı ve zalimane ceza anlamına geldiğini rapor etmiştir. Bkz. UN Doc.E/CN.4/1996/35; ayrıca Human Rights Watch ve Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları kuruluşlarının bu ülkedeki cezaevlerindeki insan hakları ihlallerine ilişkin kaygılarını dile getirdikleri çok sayıda rapor için bu örgütlerin websitelerini ziyaret etmenizi öneririz. Sırasıyla:www.hrw.org ve www.amnesty.org
[23] Uluslararası Af Örgütü, Haklar Herkes İçin: Amerika Birleşik Devletleri’ nde İnsan Hakları İhlalleri Raporu, AI index: AMR 51/40/98; bu raporun Türkçe çevirisi Uluslararası Af Örgütü/Türkiye tarafından yapılmıştır. İsteyenler amnesty@superonline.com adresinden edinebilirler.
[24] İHK’nin 6 Nisan 1995 tarihli Yorumları, UN Doc. CCPR/C/79/Add.50
[25] International Helsinki Federation for Human Rights, Annual Report 1999, s.286
[26] Uluslararası Af Örgütü, “United States of America: Rights for All”, s. 65 vd.
[27] Uluslararası Af Örgütü, agy. s. 70

Hukukçunun Güncesi

Blogumda, daha önce çeşitli dergilerde yayınlanmış insan haklarına ilişkin makalelelerim bulunuyor.

İlgilenen okuyucuların yararlanması umuduyla...