8 Haziran 2008 Pazar

Köy boşaltma mağdurlarının sorunları çözülüyor mu?

Köy boşaltma mağdurlarının sorunları çözülüyor mu?[*]
Hasan Kemal Elban
Köy boşaltma mağdurlarının yıllardır yaşadıkları uzun ve yıpratıcı yolun sonuna gelindiğine ilişkin umutları yeşerten haberler geçtiğimiz günlerde basında yer aldı. Adalet Bakanlığınca Bakanlar Kurulu’na gönderilen Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı hakkındaki yorumlarla birlikte konunun hukuksal boyutunu ayrıntılarıyla irdelemekte yarar var.
Kamu görevlilerinin eylemlerinden kaynaklanan zararlarından dolayı tam yargı davası açarak haklarını arayabilmek teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, bölgede mahkemelerin keşif işlemlerini güvenlik nedeniyle olağanüstü halin kalktığı 2002 Temmuzuna kadar yapmaktan kaçınmaları, söz konusu zararların tazmini yolunu imkânsız kılmaktaydı.
İçişleri Bakanı, Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi çerçevesinde Haziran 2000 ile Ekim 2003 tarihleri arasında 95 bin kişinin köylerine geri döndüğünü ifade etmiştir. Ancak bu ve buna benzer rakamlar sıkça kamuoyunun önüne gelmekle birlikte, geri dönüşlerin hangi yerlerde gerçekleştiğine ilişkin bir ayrıntı bulunmamaktadır.

İlgili uluslararası hukuk

Uluslararası İnsan Hakları Hukuku, devletlerin ülkeleri içinde göçe tabi tutma işlemlerine kesin sınırlar koymakta, kullanılan yöntemlere ilişkin sıkı koşullar getirmekte, göçe tabi tutulan kişilerin bakım sorumluluğunu göç ettirme eylemini gerçekleştiren mercilere yüklemektedir. Buna ek olarak göçe tabi tutulan kişilerin zararlarını tazmin sorumluluğu bulunduğuna ilişkin açık kurallar bulunmaktadır. Bu konuda Birleşmiş Milletler tarafından “Ülke İçinde Yerinden Edilmelere İlişkin Yol Gösterici İlkeler” adını taşıyan bir belge de kabul edilmiştir[1]. Sözü edilen belge yukarıda değindiğimiz bütün güvenceleri cisimleştirmektedir. Ayrıca aynı belgenin V. bölümünde geri dönüş, yeniden yerleştirme ve yeniden entegrasyona ilişkin de hükümler bulunmaktadır. Türkiye’nin taraf olduğu Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 12. maddesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin özel ve aile yaşamına saygı hakkını düzenleyen 8. maddesi, aynı Sözleşme’nin 1 nolu Protokolünün 1. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı çerçevesinde de yerinden edilen kişilerin durumları güvence altına alınmaktadır.

İlgili ulusal hukuk

Güney Doğu Anadolu’da meydana gelen göç ettirme olaylarının önemli bir kısmı 1994-1996 yıllarında meydana gelmiştir. Bu dönemde 10 Temmuz 1987 tarihli Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1. maddesi uyarınca olağanüstü halin geçerli olduğu iller ülkenin kalanından farklı bir hukuksal statü altında yönetilmiştir. 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Olağanüstü Hal Bölge Valisine, yetkisi altında bulunan bölgede güvenlik nedeniyle köy, mezra ve benzeri yerleşim birimlerini boşalttırma, yerlerini değiştirme, birleştirme ve bu amaçla gereken kamulaştırma ve diğer işlemleri görevinden ötürü yapabilme yetkisi tanımaktaydı[2]. Bununla birlikte bu işlemlerin hukuka uygun bir biçimde yapılması anayasal bir zorunluluktu. Anayasanın 21. maddesi kişinin konut dokunulmazlığını, 20. maddesi özel yaşamın dokunulmazlığını, 23. maddesi ise yerleşme ve seyahat özgürlüğünü güvence altına almaktaydı. Ayrıca Anayasanın 35. maddesi mülkiyet hakkına ilişkin güvenceler getirmektedir. Yine idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunu güvence altına alan Anayasanın 125. maddesi de dile getirilmelidir.
Bütün bu hukuki düzenlemelere ek olarak Türk Ceza Yasası’da kişinin zorla yerinden edilmesine karşı güvenceler içermektedir. Buna göre, kişinin şiddet ve tehdit yoluyla bir eyleme zorlanması TCK’nın 188. maddesinde, tehdit edilmesi 191. maddesinde, yasal olmayan bir şekilde evinin aranması 193 ve 194. maddesinde, insan yaşamını tehlikeye atacak şekilde evinin kundaklanmasını 369, 370, 371, 372 ve 382. maddelerinde ceza yaptırımına bağlamıştır.
Yerinden edilmeye karşı hukukumuzda böylesi geniş koruyucu düzenlemeler olmasına karşın söz konusu hükümlerin Memurin Muhakematı Kanunu çerçevesinde yürütülen soruşturmaların takipsizlikle sonuçlanması karşısında uygulanma imkânı kalmamıştır. Ayrıca 285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7. maddesi ile Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin işlemlerine karşı İdare Mahkemelerinde iptal davası açılma yolunun kapatılmış olması köy boşaltma işlemlerinin hukuki denetiminin yapılmasını imkânsız kılmıştır.

Zararların tazmini sorunu

Kamu görevlilerinin eylemlerinden kaynaklanan zararlarından dolayı tam yargı davası açarak haklarını arayabilmek teorik olarak mümkün görünmekle birlikte, bölgede mahkemelerin keşif işlemlerini güvenlik nedeniyle olağanüstü halin kalktığı 2002 Temmuzuna kadar yapmaktan kaçınmaları, söz konusu zararların tazmini yolunu kapatmaktaydı. Bu konuda açılmış birkaç tam yargı davasına gelince, idare mahkemeleri ve Danıştay, güvenlik güçlerinin sorumluluğuna vurgu yapılan bu davaları istikrarlı bir biçimde reddetti. Bununla birlikte İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önünde görülen davalarda Türkiye aleyhine mahkûmiyet kararlarının çıkması ve o davalarda hükümetin idare hukukunda zararların tazminine yönelik olarak “sosyal risk teorisinin” hukukumuzda geçerli olduğuna dönük bir savunma geliştirmiş olması dolayısıyla son dönemde kısmi de olsa bir tutum değişikliği gözlenmektedir. Buna karşın Güney Doğu’daki yerinden edilmelerin esas olarak 1994-1996 yılları arasında meydana gelmiş olması ve bu tarihte meydana gelen zararların saptanmasının artık fiilen imkansızlığı göz önüne alındığında bu tutum değişikliğinde zararların tazmini bakımından geç kalındığı söylenebilir.
Köye dönüşün engellenmesi iddiasıyla açılacak tam yargı davaları bakımından ise Danıştay’ın bu konuda açılmış davalarda tarımsal ürünlere dönük kayıpların en geç hasat zamanı bilinmesi gerektiği varsayımından kalkarak zararın meydana geldiği tarihten itibaren bir yıl içinde davaların açılması gerektiğine dönük içtihadı, zararların tazmini konusunda aşılması güç bir başka engel daha ortaya çıkarmaktadır. Buna göre, köylerine dönmelerine izin verilmeyen köylülerin her yıl o yıla ait meydana gelen zararlarına ilişkin tam yargı davaları açmaları ve davalarını sonuçlandırmaları gerekmektedir. İdare Mahkemelerinde davaların sonuçlanmasının ortalama üç yıl sürdüğü ve olağanüstü halin sürdüğü dönemde zararların saptanmasına dönük keşif işlemlerinin yapılmasındaki güçlükler de göz önüne alındığında bu yolun etkili olduğunu savunmak oldukça güçleşmektedir. Nitekim hükümetin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi önünde geliştirdiği bu yöndeki savunmalar söz konusu Mahkemece dikkate alınmamıştır[3].

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu

Yukarıda açıklanan iç hukuktaki başvuru yollarının yanında İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ihlali iddialarıyla bireysel başvuruda bulunma imkânı bulunmaktadır. Ancak anılan Sözleşme’nin 35. maddesi, başvuruyu bazı koşullara bağlamaktadır. Buna göre, Avrupa Mahkemesi önünde bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle iç hukuk yollarının tüketilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. İç hukuk yolları tüketildikten sonra, nihai karardan itibaren altı ay içinde başvurunun Strazburg’daki Mahkeme’ye gönderilmesi zorunludur. Aksi halde Mahkeme, başvuruları kayda almamakta ya da kayıttan düşürmektedir. İç hukuk yollarının tüketilmesi şartının istisnaları bulunmaktadır. En önemli istisna tüketilebilecek iç hukuk yolunun bulunmaması ya da söz konusu iç hukuk yolunun etkili olmamasıdır. Eğer Mahkeme, ilgili iç hukuk yolunun tüketilmesine gerek olmadığına ikna olursa, bu durumda altı aylık süre olayın meydana geldiği tarihten başlıyarak altı aylık süre içinde gerçekleştirilmelidir.
Bu teknik açıklama yapıldıktan sonra, yukarıda iç hukuk yollarının etkisizliğine ilişkin açıklamaları da göz önüne alarak, 1994 sonbaharında meydana gelen yerinden edilmelere ilişkin olarak artık bireysel başvuru yolunun kapalı olduğu sonucuna ulaşılabilir. Durum bu olmakla birlikte köylülerin köylerine geri dönme yönündeki istemlerinin geri çevrildiği Olağanüstü Halin bölgede kaldırıldığı tarih olan 2002 Temmuzuna kadar mülkiyetten yararlanma hakları çerçevesinde bireysel başvuru imkânı devam etmekteydi. Olağanüstü Hal çerçevesinde idari mercilerin işlemlerine karşı yargı yolunun kapalı olması nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmesinin gerekli olmadığı varsayımından hareketle, bu davaların süre gelen bir ihlalin parçası olarak Mahkeme önünde savunulması mümkündü. Ancak Olağanüstü Halin kaldırılmasından sonra iç hukuk yollarının devreye girmesiyle bu yolların tüketilmesi Sözleşme’nin 35. maddesi uyarınca zorunluluk halini almaktadır.
Bununla birlikte söz konusu iç hukuk yollarının etkili olup olmadığı sorunu hala geçerliliğini sürdürmektedir. Sorunun test edilmesi, ancak bu yönde açılmış olduğunu bildiğimiz davalara ilişkin bir içtihadi birikimle mümkün olacaktır. Ancak şu an için bu yolların teorik olarak etkili olmadığını ileri sürmek güç görünmektedir. Dolayısıyla köylerine dönmede sorun yaşayan köylülerin idare mahkemelerinde davalar açarak haklarını aramaları ve tazminat elde etmelerinin mümkün olduğu varsayımıyla hareket edilmesi yerinde olacaktır. Bununla birlikte idare mahkemelerince belirlenecek tazminat miktarlarının hakkaniyete uygun bir giderim sağlamaması ve “restitutio in integrum” ilkesi çerçevesinde, yani zararın mümkün olduğunca eski durumu sağlayacak şekilde tazmininin sağlanmasında ortaya çıkabilecek başarısızlıklar da Avrupa Mahkemesi’nin önüne getirilebilir görünmektedir.

Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi (KDRP)

90’lı yılların ortaları ülkemizin güneydoğusunda çatışmaların doruk noktasına ulaştığı yıllar oldu. O yıllar aynı zamanda yerinden edilmelerin de en yoğun yaşandığı dönem olarak toplumsal belleklerde yerini aldı. Bu tarihten sonra hükümetin yerinden edilen köylülerin köye dönüşlerini sağlamaya dönük projeleri zaman zaman gündeme getirdiğine tanık olundu. 1994 yılının Kasım ayında “Merkez Köy Projesi”, 1995 yılında “Köye Dönüş Projesi”, 1999 yılında ise “Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi” olarak dillendirilen bu projeler adları dışında kamuoyunun içeriklerine dair hiçbir bilgisinin olmadığı projeler oldular. Yüzbinlerce kişiyi ilgilendiren devasa boyutlardaki bir kırsal kalkınma projesi olduğu belirtilen böylesi bir projenin amaçları, yöntemleri, maddi kaynakları ya da programı hakkında pek fazla bilgi bulunmuyor. Bununla birlikte projenin GAP idaresi tarafından yürütüleceği ve GAP idaresinin bu konuda bir fizibilite çalışması yaptığı biliniyor. Ancak bu fizibilite çalışmasının sonuçları kamuoyu ile paylaşılmış değildir. En son İçişleri Bakanı, geçtiğimiz Şubat ayında Mecliste sorulan bir soru üzerine Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi çerçevesinde Haziran 2000 ile Ekim 2003 tarihleri arasında 95 bin kişinin köylerine geri döndüğünü ifade etmiştir[4]. Ancak bu ve buna benzer rakamlar sıkça kamuoyunun önüne gelmekle birlikte, geri dönüşlerin hangi yerlerde gerçekleştiğine ilişkin bir ayrıntı bulunmamaktadır. Bu veri geri dönüşün boyutları konusunda bağımsız kaynaklarca doğrulanabilir bir bilgi akışını olanaksız kıldığından uluslararası kuruluşlarca da güvenli görülmemektedir[5].

Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı

Bu yılın başlarında Adalet Bakanlığı köye dönüşün önünü açacak bir kanun teklifini Bakanlar Kuruluna gönderdi. Henüz Bakanlar Kurulunda bakanların imzalarının tamamlanmasını bekleyen yasa teklifi, eğer parlamentoda kabul edilirse, bu konunun çözümü açısından önemli bir adım olarak nitelendirilebilir. Öncelikle yasanın terör eylemlerinden zarar görenlerin yanında, devletin terör konusunda aldığı tedbirler nedeniyle zarar görenleri de kapsaması[6], yine başvuruların temelini oluşturan olayların yasanın çıktığı tarihten on yıl geriye götürülebilmesine olanak tanınması[7] olumlu yanları olarak not edilmelidir. Bunun yanında yasanın bu şekliyle yürürlüğe girmesi halinde, oluşturulacak fona aktarılması öngörülen ciddi bir mali kaynak söz konusudur[8]. Ve bu da konunun ciddiye alındığının önemli göstergelerinden biri sayılmalıdır. Bununla birlikte, zararların tespiti amacıyla oluşturulan komisyonların bağımsızlıkları ve güvenceli bir usul içinde çalışmalarına yönelik bir düzenleme bulunmamaktadır. Özellikle zarar tespit komisyonlarının oluşturulma şekli, onların bütünüyle idarenin güdümünde işleyeceğini göstermektedir. Bu güne kadar edindiğimiz deneyimler, bu komisyonların amaçlarına uygun bir biçimde işlevlerini yerine getirmeleri konusunda derin kuşkular beslenmesine neden olmaktadır. Söz konusu komisyonların denetiminin İçişleri Bakanlığı Teftiş Kuruluna, kurulacak Terör Zararlarını Karşılama Fonunun ise Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’na bırakıldığı görülüyor[9]. Oysa bu yazının yazımı tarihinde Meclis Genel Kurulunda tartışılmakta olan Kamu Yönetimi Temel Kanunu tasarısı, teftiş kurullarının kaldırılmasını öngörüyor. Bir an için teftiş kurullarının yerinde kaldıklarını düşünsek bile, söz konusu teftiş kurullarının idari amirlerinden ya da siyasi etkilerden ne kadar uzak kalabildikleri, güvenceli bir bağımsızlık ve tarafsızlığa sahip olup olmadıkları tartışma konusudur.
Yine ortaya çıkan maddi zararların belirlenmesi sırasında, yerinden edilmenin doğası, aradan geçen sürede bazı kanıtların ortadan kalkması gibi durumlar gereği kanıtlanamayacak ya da kişilerden kanıtlanması beklenemeyecek kayıplarının olması, bu zarar tespit komisyonlarının mağdurların zararlarını tespitte hangi esaslara ve ölçütlere göre belirlemelerde bulunacaklarının bilinmesi sorununu gündeme getiriyor. Bu konuda yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde bir yönetmelik çıkarılması öngörülüyor[10]. Çıkarılması gereken yönetmeliği görmek gerektiği kaydını düşerek, ortaya çıkacak çözümün Birleşmiş Milletlerin yukarıdaki bölümlerde değindiğimiz “Ülke İçinde Yerinden Edilmelere Dair Yolgösterici İlkeler” adlı belgenin 28. ve 29. maddelerinde ortaya konulan ilkelere uygun olması, bu konuda gerçek bir ilerleme sağlanabilmesinin temel koşulu olduğu düşüncesindeyiz. Bu temel koşul sağlanmazsa ortaya yeni bir makyaj düzenlemeden başka bir şey çıkmayacak demektir.



[*] Bu yazı Günışığı Hukuk Dergisinin Mart 2004 tarihli 13. sayısının 21 ve 22. sayfalarında yayınlanmıştır.
[1] E/CN.4/1998/53/Add.2, dated 11 February 1998, “Guiding Principles on Internal Displacement”
[2] Bkz. 285 sayılı KHK, 4. madde (h) bendi.
[3] Bkz. 16 Eylül 1996 tarihli Akdıvar ve Diğerleri v. Türkiye kararının 72. paragrafı, Selçuk ve Asker v. Türkiye, Menteş v. Türkiye kararları.
[4] Bkz. 18 Şubat 2004 tarihli Milliyet Gazetesi, “Iraktaki Mahmur Kampı Boşaltılıyor” başlıklı haber.
[5] Bkz. Human Rights Watch, “DISPLACED AND DISREGARDED Turkey’s Failing Village Return Program”, New York, Vol.14 No.7(d), October 2002.
[6] Bkz. . Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı, Genel Gerekçe, 3. paragraf.
[7] Yukarıda belirtilen yasa tasarısının, Geçici 1. maddesi.
[8] Yukarıda belirtilen yasa tasarısının 6. maddesi.
[9] Adı geçen yasa tasarısı, 16. madde.
[10] Bkz. Yasa tasarısı 18. madde.

Hiç yorum yok:

Hukukçunun Güncesi

Blogumda, daha önce çeşitli dergilerde yayınlanmış insan haklarına ilişkin makalelelerim bulunuyor.

İlgilenen okuyucuların yararlanması umuduyla...